Halkı Allah’ın izni ile bırak, yine O’nun emri ile arzularından geç. Bir ayet-i
Kerimede şöyle buyrulur:
Kendini Allah’ın fiiline, iradesine terket. Saydıklarımızı yaparsan, ilahi emirlere bir
kab olursun.
Halkı bırakmak; onların elinde hiçbir iyilik veya kötülük olmadığına ve
olamayacağına inanmakla olur. Bütün kuvveti Allah’tan görüp, halkın elinde
mevcut olan bir şey görmeden Allah’ın kudretini tasdik etmekle mümkün olur.
Kendini bırakmana gelince: Hak’ka teslim olman ve sebepleri bir yana atmanla
olabilir.
Kendinden hiçbir hareket görme, gücüne kuvvetine mağrur olma. Bu halinde
kendini hor görüp, özünden nefret etme. Hak’ka teslim ol; O’nun emirlerine göre
hareket et. Şunu iyi bil ki, her şeyi evvel ahir yapan Allah’tır...
Sen ana karnında bilinmez bir nesne iken, O besledi ve bu aleme getirdi. Ve yine
sen, beşikte her şeyden habersiz yatarken esirgeyen O oldu. İşte o eski hallerini
düşün ve Hak’ka güven.
İlahi tecelliler önünde yok olmak şöyle olur: Başta hiçbir istek sahibi olmamak
gerekir. Bunu yaptığın an, her arzun yavaş yavaş ölmeğe başlar. Dileklerin yok olur.
Daha sonra iraden ölmeğe başlar. İşte bundan sonradır ki, ilahi tecelli seni kaplar.
Hiçbir meramın olmaz. Hak’kın isteğinden başkası sende hüküm süremez olur.
Kalbin sakin, vücudun rahat, gönlün geniş, yüzün nurlu... Her şeyden elini çeker,
yalnız yaratanla meşgul olursun. Hak varlığı ile zengin olursun...
Bu halinle seni kudret eli çevirir, ezel dili seni çağırır. Hak sana bilgiler öğretir.
Türlü nevi kisveler giydirir. Ezeli ilimlerden sana nasip gelir. Gönlün açık olur.
Kötülükler onda eğlenmez. Her kötülük onda erir. Varlığın Hak arzusu ile dolar.
Böylece senden çeşitli kerametler zuhura gelir. O haller senden görünür, ama
aslında Hak’tan gelir. İşte böylece, Hak için gönlü kırıklar zümresine dahil olursun.
Bunlara, “Münkesiret’ül – Kulub “ tabiri kullanılır. Zikrettiğimiz o değerli insanlar
için Allah-ü Teala şöyle buyurur:
Bu Kudsi bir hadistir.
Muayyen bir zaman için halin böyle gider, ardan zaman geçer; evvelce mahrumu
olduğun pekçok dünyaca hoş tanınan nefsi zararsız isteklerine kavuşursun.
Peygamber S.A. efendimiz bu duruma işaret ederek şöyle buyurur:
namaz...”
Bütün kötü arzun, hevesin kırılmadıkça, Hak, seninle olmaz. Bu hevan ve hevesin
yok olunca da sende hiçbir şey durmaz olur artık. Sende ne iyilik eğlenebilir, ne de
kötülük. Ne akıl kalır, ne de fikir. Hiçbir şeyi seçemez olursun. Varla yok arasında
bir hal alırsın. Allah seni öldürür, yeniden diriltir. Sende, yeni ve bambaşka bir
irade zuhura getirir. Her isteğini o irade ile istersin. Bu hale ki geldin ve her isteğin
buna ki uydu; Hak Teala kendine izafe ettiğin mevhum varlığını alır, seni yok eder.
Bu halle sonunda: Münkesiret’ül-kulüb zümresine dahil olursun... Bu makamda
haberin olmadan çeşit çeşit hikmetli işler olur. Sonra benliğin erimeğe başlar.
Böylece iş sonuna varmış olur. Ve Hak’ka kavuşmuş olursun; yani, lika hasıl olur...
Her iş tamam olur. Bütün çalışmalar bunun içindi zaten... İşte: Münkesiret’ül
kulüb’un asıl manası budur.
Yukarıda bahsedilen cümlesini biraz izah edelim: Bunun manası; tam bir sükun ve
tumaninet halidir... Yani yukarıda arzedilen hale girmek ve onda tambir olgunluk
peyda etmek demektir. Bunu daha açık anlatmak için Allah’u Teala’nın,
Peygamberi (S.V.) lisanı ile buyurduğunu dinleyelim:
işiten kulağı, gören gözü, yürüyen ayağı olurum, hep işlerini benimle görür... “
Diğer bir rivayette şu cümleler de vardır.
Bu hal ancak - kendinden geçiş – ile başlar. Bu iş, güç değildir, halkı bırakman
kafi...
Halk; hayır ve şerden ibarettir. Sen de böylesin, hem hayırlısın heh de şerli...
Halkın hayrını ve şerrini isteme... Yalnız Hak’kı tut, ötesini bırak. Yine Kader-i
İlahide hayır ve şer vardır. Sen bu halde bulunmadıkça Allah seni şerrinden korur,
hayrı denizine atar. O zaman hayrına kab olur, her çeşit nimete kavuşursun...
Süküna rahata, hoşluğa ve nihayet her güzelliğe kaynak olursun...
Fena (1), Müna (2), Müptega (3) bunlar ayrı ayrı tasavvuf mertebesidir. Velilerin
son durağı buralardır. Bunlara yönelmek öyle bir istikamettir ki, geçmişteki evliya
ve ebdal hep bunları istediler. Ta ki, iradelerini Allah’a bırakalar ve O’nun
iradesine göre hareket edeler. Zaten bu yolun yolcularına demek, bu manayı
anlatmak içindir.
Bunların günahı nefsani arzularını Hak’kın iradesine ortak etmektir. Haddi zatında
onlar bunu unutarak yaparlar. Manevi bir hale kapılı, dehşete düşerler, bu arada
kendilerini kaybederler. İsteklerine kapılma neticesi Hak’ka şirk koşmuş olurlar.
Sonra, Allah tarafından kendilerine bir ayıklık gelir; Allah’ın rahmeti, merhameti
yetişir, blundukları halden uyandırır. Onlar da hatalarını anlar, istiğfar eder, tövbe
ederler... Allah da tövbelerini kabul eder. Çünkü yalnız melekler iradeden
masumdur... Peygamberler de iradeden değil, kötülükten masumdur. Geri kalan
mükellef insan ve cinler, ne iradeden, ne de kötülükten masumdur. Şu var ki;
veliler, kötü arzudan, ebdal de iradeden mahfuzdur, ama masum değildir. Bu şu
manaya gelir; bazen ufak tefek meyil ederler, sonra Allah merhameti icabı onlara
yine doğru yolu nasib eder...