06. Makale: HALKI BIRAKMAK

Halkı Allah’ın izni ile bırak, yine O’nun emri ile arzularından geç. Bir ayet-i

Kerimede şöyle buyrulur:

Kendini Allah’ın fiiline, iradesine terket. Saydıklarımızı yaparsan, ilahi emirlere bir

kab olursun.

Halkı bırakmak; onların elinde hiçbir iyilik veya kötülük olmadığına ve

olamayacağına inanmakla olur. Bütün kuvveti Allah’tan görüp, halkın elinde

mevcut olan bir şey görmeden Allah’ın kudretini tasdik etmekle mümkün olur.

Kendini bırakmana gelince: Hak’ka teslim olman ve sebepleri bir yana atmanla

olabilir.

Kendinden hiçbir hareket görme, gücüne kuvvetine mağrur olma. Bu halinde

kendini hor görüp, özünden nefret etme. Hak’ka teslim ol; O’nun emirlerine göre

hareket et. Şunu iyi bil ki, her şeyi evvel ahir yapan Allah’tır...

Sen ana karnında bilinmez bir nesne iken, O besledi ve bu aleme getirdi. Ve yine

sen, beşikte her şeyden habersiz yatarken esirgeyen O oldu. İşte o eski hallerini

düşün ve Hak’ka güven.

İlahi tecelliler önünde yok olmak şöyle olur: Başta hiçbir istek sahibi olmamak

gerekir. Bunu yaptığın an, her arzun yavaş yavaş ölmeğe başlar. Dileklerin yok olur.

Daha sonra iraden ölmeğe başlar. İşte bundan sonradır ki, ilahi tecelli seni kaplar.

Hiçbir meramın olmaz. Hak’kın isteğinden başkası sende hüküm süremez olur.

Kalbin sakin, vücudun rahat, gönlün geniş, yüzün nurlu... Her şeyden elini çeker,

yalnız yaratanla meşgul olursun. Hak varlığı ile zengin olursun...

Bu halinle seni kudret eli çevirir, ezel dili seni çağırır. Hak sana bilgiler öğretir.

Türlü nevi kisveler giydirir. Ezeli ilimlerden sana nasip gelir. Gönlün açık olur.

Kötülükler onda eğlenmez. Her kötülük onda erir. Varlığın Hak arzusu ile dolar.

Böylece senden çeşitli kerametler zuhura gelir. O haller senden görünür, ama

aslında Hak’tan gelir. İşte böylece, Hak için gönlü kırıklar zümresine dahil olursun.

Bunlara, “Münkesiret’ül – Kulub “ tabiri kullanılır. Zikrettiğimiz o değerli insanlar

için Allah-ü Teala şöyle buyurur:

Bu Kudsi bir hadistir.

Muayyen bir zaman için halin böyle gider, ardan zaman geçer; evvelce mahrumu

olduğun pekçok dünyaca hoş tanınan nefsi zararsız isteklerine kavuşursun.

Peygamber S.A. efendimiz bu duruma işaret ederek şöyle buyurur:

namaz...”

Bütün kötü arzun, hevesin kırılmadıkça, Hak, seninle olmaz. Bu hevan ve hevesin

yok olunca da sende hiçbir şey durmaz olur artık. Sende ne iyilik eğlenebilir, ne de

kötülük. Ne akıl kalır, ne de fikir. Hiçbir şeyi seçemez olursun. Varla yok arasında

bir hal alırsın. Allah seni öldürür, yeniden diriltir. Sende, yeni ve bambaşka bir

irade zuhura getirir. Her isteğini o irade ile istersin. Bu hale ki geldin ve her isteğin

buna ki uydu; Hak Teala kendine izafe ettiğin mevhum varlığını alır, seni yok eder.

Bu halle sonunda: Münkesiret’ül-kulüb zümresine dahil olursun... Bu makamda

haberin olmadan çeşit çeşit hikmetli işler olur. Sonra benliğin erimeğe başlar.

Böylece iş sonuna varmış olur. Ve Hak’ka kavuşmuş olursun; yani, lika hasıl olur...

Her iş tamam olur. Bütün çalışmalar bunun içindi zaten... İşte: Münkesiret’ül

kulüb’un asıl manası budur.

Yukarıda bahsedilen cümlesini biraz izah edelim: Bunun manası; tam bir sükun ve

tumaninet halidir... Yani yukarıda arzedilen hale girmek ve onda tambir olgunluk

peyda etmek demektir. Bunu daha açık anlatmak için Allah’u Teala’nın,

Peygamberi (S.V.) lisanı ile buyurduğunu dinleyelim:

işiten kulağı, gören gözü, yürüyen ayağı olurum, hep işlerini benimle görür... “

Diğer bir rivayette şu cümleler de vardır.

Bu hal ancak - kendinden geçiş – ile başlar. Bu iş, güç değildir, halkı bırakman

kafi...

Halk; hayır ve şerden ibarettir. Sen de böylesin, hem hayırlısın heh de şerli...

Halkın hayrını ve şerrini isteme... Yalnız Hak’kı tut, ötesini bırak. Yine Kader-i

İlahide hayır ve şer vardır. Sen bu halde bulunmadıkça Allah seni şerrinden korur,

hayrı denizine atar. O zaman hayrına kab olur, her çeşit nimete kavuşursun...

Süküna rahata, hoşluğa ve nihayet her güzelliğe kaynak olursun...

Fena (1), Müna (2), Müptega (3) bunlar ayrı ayrı tasavvuf mertebesidir. Velilerin

son durağı buralardır. Bunlara yönelmek öyle bir istikamettir ki, geçmişteki evliya

ve ebdal hep bunları istediler. Ta ki, iradelerini Allah’a bırakalar ve O’nun

iradesine göre hareket edeler. Zaten bu yolun yolcularına demek, bu manayı

anlatmak içindir.

Bunların günahı nefsani arzularını Hak’kın iradesine ortak etmektir. Haddi zatında

onlar bunu unutarak yaparlar. Manevi bir hale kapılı, dehşete düşerler, bu arada

kendilerini kaybederler. İsteklerine kapılma neticesi Hak’ka şirk koşmuş olurlar.

Sonra, Allah tarafından kendilerine bir ayıklık gelir; Allah’ın rahmeti, merhameti

yetişir, blundukları halden uyandırır. Onlar da hatalarını anlar, istiğfar eder, tövbe

ederler... Allah da tövbelerini kabul eder. Çünkü yalnız melekler iradeden

masumdur... Peygamberler de iradeden değil, kötülükten masumdur. Geri kalan

mükellef insan ve cinler, ne iradeden, ne de kötülükten masumdur. Şu var ki;

veliler, kötü arzudan, ebdal de iradeden mahfuzdur, ama masum değildir. Bu şu

manaya gelir; bazen ufak tefek meyil ederler, sonra Allah merhameti icabı onlara

yine doğru yolu nasib eder...