Başta şunu söylemek iyi olur. Arif insan için iki kanat vardır. Biri korku, diğeri ümit.
Bir kuşun zayıf kanadı diğerine tesir ettiği gibi, arifin de bu iki halinden biri
zayıflarsa yol alamaz. İmanı tekamül etmez.
Hal ve makam da, bir insandaki ümit ve korku gibidir. Şu da var ki: Her halin ve
mekânın korku ve ümitleri kendilerine göredir. Şunu da diyelim ki, her makamın
kendine has halleri vardır. Bazı derecenin korkusu, bazısının da ümit fazlalığı
vardır. Şu da var ki. Arif bunları bilemez. O yakınlık derecesine kavuşmuştur.
Arzusu yalnız Mevlâsıdır (CC). Dua, ümid, korku; bunlar onun için bir şey ifade
etmez. Yalnız Hakk’la (CC) olur. O’ndan (CC) gayrini sevemez, başkası ile ünsiyet
edemez. Duasının kabulü, ahdinin yerine gelmesi onun için bir şey ifade etmez.
“Bu hal benim şanıma layık değildir. Benim işim böyle olmalıdır, şöyle olmalıdır”,
gibi sözler onu alakadar etmez. Daha doğrusu o böyle şeylerle uğraşmaz.
Burada iki şey meydana çıkar. Bunun biri, dua kabul olduğu, istek yerine geldiği
takdirde, bazı sebepler yüzünden edep ve terbiye yolları unutulur. Diğeri ise, şirk
koşma gibi bir hal zuhur eder. Bu da insan için bir çeşit mekir gibi olur… İşte bunlar
için de, duanın kabul edilmeyişi yerinde tefsir edilmelidir. Çünkü, zahirde
Peygamberlerden (AS) başka nefse uymayacak ve günah işlemekten masum yoktur.
Bütün Peygamberler (AS), bilhassa bizim Peygamberimiz (SAV), O’na salat ve selam
olsun…
Eğer bir arifin duası her zaman makbul olsa, kendine gurur gelmesi muhtemeldir.
Bunu bir adet haline getirebilir. Emre imtisalen değil de keyfine göre hareket etme
yolunu seçebilir.Yukarıda belirtilen zararlardan daha fenası, şirk yolunun tutulması
ihtimali vardır. Şirk ise her halde fenadır. Hangi makama ererse ersin, bir arif
ancak emir dahilinde iş yapmaya mecburdur. Bilhassa namaza, oruca ve diğer farz
ibadetlere dikkat etmek yerinde olur. Peygambere (SAV) ittibaen nafile ibadete
devam edilmesi iyidir. Duaların da bu zamanlarda yapılması lâzımdır.